Bunu bir çoğumuz okuduk gördük biliyoruz , okuyunca kanı çekilen atalarının çektiği acıyı yaşayan sadece ben değilim biliyorum ki sizde en az benim kadar duygulanıyorsunuz (umut ediyorum) .
Çerkeslik benim için herşeyiyle bilincinde olunması gereken bir şey , gerektiğinde canını bile verecek (Atalarımız gibi) bir neslin olmasını umut ediyorum biz kültürümüzün onca insanın denize dökülerek ölerek sahip çıkmaya çalıştığı uğrunda öldüğü kültürümüzün milletimizin bekçisi olmalıyız biz ses olmalıyız nefes olmalıyız .
Allah Çerkesleri ve Çerkes halkını korusun. AMİN

Тхьэщьэм Адыгъэмрэ Адыгъэ Хэкумрэ  Убыхьумэ.


Кайсери, Турция


Нэхущ Удж 👍


Послушайте Нэ Дахит1 исп. Gülşen Berzegova ''Убых'' #np на #SoundCloud
https://soundcloud.com/g-l-enakdeniz/1-2


Kabardeyler



Kabardeyler
1900'lerin başında Kabardey bir aile

Önemli nüfusa sahip bölgeler
 Türkiye1.035.000

 Rusya Federasyonu
 Kabardino-Balkarya520,000[1]

 Ürdün102.000
 Suriye43.000
 Suudi Arabistan23.000
 ABD3.600
 Almanya2.100
 Özbekistan1.300
 Ukrayna473[2]

Diller

Kabardeyce (Doğu Adigece),Türkçe,Arapça

Din

İslam (Hanefi) azı Hıristiyan (Mozdok rayonucivarında)

İlgili etnik gruplar

ÇerkeslerDoğu Çerkesleri

Kabardeyler veya Kabartaylar (Türkçe:KabardeylerRusça: кабардинцевkabardintsevArapça: القبرطاي أو القبردي‎)

Kuzey Kafkasya'da yaşayan Doğu Çerkeslerinin en büyük koludur.[3] Rusya Federasyonu içindeki özerk Kabardey-Balkarya Cumhuriyeti'ne adını veren halklardan biridir (diğeri Balkarlar). Nüfuslarının bir kısmı başta Kabartay-Balkar Cumhuriyeti olmak üzere Kuzey Kafkasya ve Rusya Federasyonu içinde olmakla birlikte, büyük bir kısmı 19. yüzyıl sonunda yaşanan soykırım ve sonrasındaki Büyük Kafkas Sürgünü ile birlikte diyasporada yaşamaktadır. Türkiye, Mısır, Suriye ve Ürdün gibi Orta Doğu ülkeleri diaspora Kabardeylerinin yoğunluk kazandığı yerler olmakla birlikte Avrupa ve Kuzey Amerika'da da önemli sayıda Kabardey nüfusu bulunmaktadır.

Adlandırma

Kabardey kendilerine verdikleri isimken Batı Adığeleri ve Abazalar onlara Kabartay der (Kaberdey ve Kabartey her hâlde yazım yanlışıdır).[4]

Tarih

[5] Kabardeyler kendilerini Kabardey, Ruslar ise Kabardintsi olarak adlandırırlar. Kuzey Kafkasya’nın merkez bölgesinde yaşarlar. Çoğunluk Kabardino-BalkaryaCumhuriyetinde yaşar. Ancak Adige Özerk İl’inde de bazı yerleşim birimleri vardır.

Kabardeyler, kendilerini Adige olarak isimlendiren Kafkas kavimlerinin bir grubundan geliyorlar. Sonunda üç ayrı ulusal grup şekline gelen Kabardeyler, Çerkesler ve Adigeler aslında hepsi aynı kökten gelmelerine aynı adı taşımalarına (Adige) karşın Kabardey adı daha spesifik olmak bakımından yalnızca bir alternatif olarak kullanılır. Adige kabilelerinin orijinal yerleriKuban Nehri'ydi ama 14.yüzyıl sonlarındaBüyük Kabardey olarak bilinegelen bölgedekiTerek Irmağı'nın sol kıyısında bir çoğu yerleşmiş bulunuyordu. 15.yüzyıl başlarında Küçük Kabardey olarak bilinen yere de yerleştiler.



Kabardeyler yetiştirdikleri Kabardinskaya cinsi atlarla da meşhurdurlar.

Kabardeyler çevrelerindeki kavimlerin bir kısmını yönetimleri altına aldıkları için 15.yüzyılda güçlendiler. 16.yüzyılda Kabardeyler Kırım Tatarlarının saldırılarıyla yağmalandılar ve kısmen yönetimlerine girdiler. Aralarındaki ilişki her zaman düşmanca değildi. Zira Kırım Hanları çocuklarını yetiştirmeleri için Kabardey prens ailelerine gönderiyorlardı. Ayrıca Kırım'ın etkisiyle İslamiyet bu bölgeye iyice yerleşti. Kabardeyce zaten bir süreden beri Müslüman bulunuyordu (13.-14.yüzyıl cami kalıntıları bu bölgede bulundu). Buna karşın 1557'de Kabardeyler IV.İvan'a (Korkunç İvan), Tatarlara karşı korunmak için elçi gönderdiler. Bu istekleri yerine getirildi ve İvan'ın bir Kabardey prensesiyle evlenmesinden sonra ilişkiler daha da kuvvetlendi. 1561’de Ruslar Terek nehri üzerine bir kale inşa ettiler, 1567'de bir başka kale kuruldu. 17.yüzyılda Ruslar bölgeye iyice yerleşmiş ve Kafkasların daha derinlerine uzanmak için hazırdılar. Osmanlılar ve İranlılarda Kafkasları ele geçirmeye çalışıyorlardı ve 18.yüzyıl, arka arkaya savaşlara sahne oldu. Belgrad antlaşması(1739), Kabardey’i tarafsız bir devlet ve Osmanlılar ile Ruslar arasında bir tampon bölge durumuna getirdi. 1774'deki Küçük Kaynarca antlaşmasıyla bölge Ruslara bağlandı. Rusların Kafkasya’da yayılmaları sık sık yerli halkın isyanına neden oldu ve çok uzun, çok kanlı savaşlar olmasına karşın bu yayılma durdurulamadı. 20.yüzyıl bölgeye yeni karışıklıklar getirdi. Rus devriminden sonra milliyetçi partiler, Bolşevikler, Menşevikler ve Beyaz Ordu’nun üstünlük mücadelesi dolayısıyla Kafkaslar çalkantıya gömüldü. Kabardey'de üstünlüğü 1918'de Sovyetler sağladı. Ancak Kabardino-Balkarya ili, 16 ocak 1922'de kuruldu. 5 aralık 1936'da özerk cumhuriyet şekline dönüştürüldü. Ağustos 1942'de Almanlar bölgeyi 6 aylık bir süre işgal ettiler. Bir yıl sonra bütün Balkarlar Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesi ile (Mart 1944'te) Orta Asya ve Kazakistan'a sürgün edildi. Balkarya adı cumhuriyetin unvanından silindi ve 1957'de sürgün edilen halkların haklarının geri verilmesine kadar değiştirilmedi.

Kabardino-Balkarya olarak da bilinen Kabardey-Balkar Cumhuriyeti, Kuzey Kafkasya'da Rusya Federasyonu içindedir. Doğu ve güneydoğusunda Kuzey Osetya, güneybatıda Gürcistan Cumhuriyeti, batıda ise Karaçay-Çerkessk Cumhuriyeti ile komşudur. Yüzölçümü 12.500 km2, Başkenti Nalçik olan cumhuriyetin 7 kasabası ve 8 yerleşim birimi bulunuyor. Ortalama nüfus yoğunluğu, 56.6 km2. Başlıca kaynakları molibden ve tungten depozitleri ve bunları işleyen fabrikalar, makine üretimi ve kimya endüstrisi, inşaat malzemeleri üretimi, kereste, gıda ve diğer hafif endüstrilerdir. Tarım alanında ise tahıl ziraatı (buğday ve mısır) meyve yetiştirme ve bağcılık,koyun,domuz ve at çiftçiliği,arıcılık ve ipekböcekçiliğidir.

Dil

[6] Ulusal dil Kabardeyce'dir. Kafkas dillerinin Kuzeybatı gruplarından Abhaz-Adige alt grubuna bağlıdır. Bu dil Kabardino-Çerkes olarak bilinir, çünkü bu iki dilin (Kabardey-Çerkes) tek yazın dili oluşturduğu kabul edilmektedir. Çok yakın olan diğer diller Abhaz, Abazin ve Adige'dir. Özellikle Adige dili Kabardeyce ile çok yakındır ve Kabardeyler de Adige grubuna dahil olduğu için her iki dil Adiga-bze (Adige dili) olarak adlandırılır. Kabardey dilinde dört lehçe vardır: Büyük Kabardey, Mozdok, Beslan ve Kuban. Büyük Kabardey ve özelliklede Beslan lehçesi yazın dili için esas alındı. Lehçeler arasındaki fark özellikle çok az ve çoğunlukla fonetik ve morfolojiktir. Sözcük hazinesi Arapça, Türkçe, Rusça ve Farsça'dan çok sayıda sözcük içerir. Yerli sözcük yapılarında ilk göze çarpan özellik eş sesli ve çok anlamlı olmasıdır. İlk Kabardey gramer kitabı Pedagog Sh. B. Nogmov (1840-1843) tarafından derlendi. İlk Kabardeyce-Rusça sözlük 1889'da çıktı. Sovyet yönetimi döneminde Kabardey dilinin bazı yönleri (tarihi gelişimi, lehçe farlılıkları vb) kısmen detaylı olarak çalışıldıysa da yönetim,hukuk, ve resmi prosedürde Rusça kullanılır. Ancak teoride gerekirse Kabardeyce'de kullanılabilir..

Din

Kabardeylerin çoğunluğu Müslümandır.İslamKırım Tatarları ve Osmanlı İmparatorluğuaracılığla Kabardeyler arasında yaygınlaştırılmıştır.Özellikle İslam dini 17. ve 18.yüzyıllarında baskın bir şekilde yayılmıştır.Bugün Kafkasya'da Mozdok rayonu Kabardeyleri hariç tüm KabardeylerMüslüman'dır. Kabardeyler HanefiMüslüman'dır.

Eğitim

[7] 1958 de Kabardeyce 1.ve 4. sınıflarda eğitim dili olmasına karşın 1972’lerden sonra öğretim dili Rusça olan okullarda seçmeli ders olarak verilmeye başlandı. Son dönemde ise eğitim dili Rusça olmakla birlikte Kabardeyce-Adigece de ilkokuldan liseye kadar zorunlu ders, üniversite de ise isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Cumhuriyet'te 1957’de kurulan bir üniversite, jeofizik enstitüsü, ekonomi, dil tarih ve edebiyat araştırmaları enstitüsü bulunmakla birlikte bu kurumlarda Kabardeyce eğitim verilmemektedir (yalnız isteyenler için seçmeli ders olarak okutulmaktadır).

İlk Gazete 1920 yılında yayınlanmıştır. Şu anda Kabardeyce, Rusça ve Balkarca gazeteler yayınlanmaktadır. Yine belirtilen dillerin hepsinde radyo ve sınırlı sürelerde olmakla birlikte tv yayını yapılmaktadır (ortalama günde 4 saat).

1980 yılı içerisinde Kabardeyce yayımlanmış kitap baskı adedi 172.000’dir. Cumhuriyet'te bu güne değin 1923-1924 Latin harfleri, 1924-1936 Latin harfleri (Yakovlev'in versiyonu), 1936 Kiril alfabesi alınmış olup sonuncusu günümüzde de kullanılmaktadır.



Posted via Blogaway


Abhazya Cumhuriyeti'ni tanıyın!

Türkiye’nin Tiflis Büyükelçisi, Gürcistan Dışişleri’ne çağırılıp söz konusu ziyaret protesto edilmiştir.




Sayın Cumhurbaşkanı,                                                                                   
İstanbul, 10 Haziran 2014
Sayın TBMM başkanı,
Sayın Başbakan,
Sayın Milletvekillleri:

Basından öğreniyoruz ki; TC Milletvekillerinden 5 kişilik bir heyetin Abhazya Cumhuriyeti’ne yaptığı ziyaret ile ilgili olarak Gürcistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Davit Jalagania’nın basına verdiği bilgiye göre, Türkiye’nin Tiflis Büyükelçisi, Gürcistan Dışişleri’ne çağırılıp söz konusu ziyaret protesto edilmiştir.1
Abhazya Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti de bağımsız bir devlettir; nereyi ne zaman ziyaret edip etmeyeceğini başka bir devletten izin alarak gerçekleştirmez.
Ayrıca biz biliyoruz ki; Abhazya 1475 yılından 1810 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’na kah bir eyalet kah bir beylik olarak müttefik bulunmuştur. 1810 yılından 1864’e kadar da Çarlık Rusya’ya bağlı bir beylik olarak varlığını sürdürmüştür.1864 tarihinden 1921’e kadar Rus Çarlığına bağlı bir özel askeri bölge olarak varlığını korumuştur.  1921 tarihinden itibaren Abhazya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak Sovyetler Birliği’ndeki yerini almıştır.1992 yılından 2008 yılına kadar defacto olarak, 2008 yılından itibaren de altı devletin resmi tanıması ile bağımsız bir cumhuriyet olarak dünya devletleri arasında yerini almıştır.2
Ayrıca biz biliyoruz ki, Sovyetler Birliği dağıldığında, Türkiye Cumhuriyeti; Azerbeycan, Gürcistan ve 16 Aralık 1991’de Ermenistan’ı, daha sonra da Avrupa’da ortaya çıkan yeni devletleri; 6 Şubat 1992’de Bosna-Hersek, Slovenya, Makedonya, Hırvatistan’ı, 1 Ocak 1993’te Slovakya’yı, 12 Haziran 2006’da Karadağ’ı, 18 Şubat 2008’de Kosova’yı haklı olarak ve özgürce tanımıştır.3
Bu davranışını takdirle karşılıyor ve alkışlıyoruz. Bu haklı ve özgür davranışın Abhazya Cumhuriyeti’nden esirgenmemesini talep ediyor ve bekliyoruz.
Kırım Tatarları anavatanının bir ”halk oylaması” ile Rusya Federasyonu’na bağlanmasını da göz önünde bulundurarak,
    -Bugüne kadar Abhazya Cumhuriyeti’ne uygulanmakta olan ambargonun öncelikle, ivedilikle kaldırılmasını,
    -Türkiye Cumhuriyeti ile Abhazya Cumhuriyeti arasında her türlü diplomatik ve kültürel ilişkilerin kurulmasını,
-Tarihi bağlar göz önüne alınarak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından Abhazya ile köken bağı olanlardan isteyenlerin çifte vatandaşlık hakkı alabilmesi için gerekli kanuni düzenlemenin yapılmasını,
-Abhazya Cumhuriyeti’ne gitmek ve yerleşmek isteyenler için siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel birlikteliğin sağlanması için gerekli tedbirlerin alınmasını,
Siz değerli milletvekillerinden bekliyor ve Abhazya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının tanınmasını talep ediyor,
Türkiye Cumhuriyeti’nin, özgür iradesiyle bu kararı alacağına inanıyorum.
Saygılarımla.
Jiy Zafer Süren


Posted via Blogaway


Abhaz Efsaneleri





 

Abhazya’nın Abhazlara Verilmesinin Hikayesi

 

Tanrı Dünya’yı milletler arasında pay etmeye karar verir. Böylece herkes kendi yurdunu bilecek ve onu gözetecektir. Tanrı bu kararını melekleri aracılığı ile tüm milletlere bildirir. Saptanan dağıtım gününde herkes gelmiştir ve tüm milletlere toprak dağıtılır. Sadece Abhaz bir gün gecikmeyle, Tanrı’nın huzuruna çıkar.

“Ben” der Abhaz utangaç bir sesle,  “Söz verdiğiniz toprağı almak üzere gelmiştim...”

“Ama toprakları dün dağıttım. Peki, sen neden dün gelmedin?”

“Gelemedim. Misafirim vardı ve onu bırakamazdım.”

Tanrı Abhazın bu yanıtından ziyadesiyle etkilenir, çünkü misafire kendi emaneti olarak bakılmasını emreden O’dur. Bu şekilde Abhaz Tanrı’nın affına mazhar olur.

“Aslında bütün toprakları dağıttım. Ama yaptığın olumlu davranış yüzünden seni de yurtsuz bırakamam. Bu nedenle sana kendim için ayırdığım küçük ama cennet parçası gibi bir ülke vereceğim. Bu dağlarla deniz arasında bir ülkedir. Adıyla yaşasın. Sana emanettir ve onu sakin cehenneme çevirmeyesin.”

Efsaneye göre o gün bugündür Tanrı cennete yaşar ve Abhazya hem Abhazların yurdu hem de Tanrı’nın dünyadaki dinlenme köşesidir.

 

Mavi Göl Efsanesi

 

Bir efsaneye göre Mavi Göl’ün olduğu yerde eskiden bir mağara varmış. Bu mağarada yüz yaşında ihtiyar bir adam yaşarmış. Bembeyaz sakalı neredeyse yerlere kadar uzanır, olağandışı mavilikteki gözlerinden bilgelik ve nezaket yayılırmış. Bu ihtiyar bilge aynı zamanda eski zamanların en namlı avcısıymış da. Yaşlanınca insanlardan uzaklaşıp doğa ile baş başa kalmak için bu mağarada inzivaya çekilmiş. O bölgede avlanan avcılar sık sık onun yanına uğrar, dağ patikaları, hayvanların çeşitli davranışları ve onların olası  avlanma yerleri hakkında tavsiye alırlarmış. Bu faydalı tavsiyeler sayesinde avları rast giden avcılar eve dönerken ihtiyar bilgeye avladıkları hayvanların postları ile bir miktar et bırakmayı da ihmal etmezlermiş.

Bir gün kötü bir havada bir kaç yabancı, ihtiyar bilgenin mağarasına sığınmak ve geceyi orda geçirmek için ondan izin isterler. İhtiyar bilge onları konukseverlikle büyür edip onlara adeta bir keşiş gibi hizmet eder ve yatacak yer gösterir. Misafirlerine yatmak için hazırladığı rahat döşekler, yerel avcıların ona hediye ettiği hayvan postlarından yapılmıştır. Bu birbirinden değerli yaban sığırı, ayı, geyik ve karaca postlarını gören açgözlü misafirlerin gözü döner ve bu postları gasp etmeye karar verirler. Hiç acımadan ihtiyar bilgeye kıyarlar ve tüm postları yanlarındaki torbalara doldurmaya başlarlar. Ne var ki, ihtiyar bilge çok sevildiği için hediye edilen post çoktur.  Dolaysıyla toplanacak olan post da sayısı da bir hayli fazladır. Açgözlü caniler tam son postu da torbaya koymuşlardır ki, aniden yerden güçlü bir kaynak fışkırır ve mağaranın her tarafını bir anda sular kaplar. Katiller kapana kısılmıştır. Bir süre sonra da boğulup giderler. İşte böyle ortaya çıkmıştır Mavi Göl. Efsaneye göre ihtiyar bilgenin bedeni hiç bozulmadan Gölün tabanında hâlâ yatmakta ve açık kalan gözleri, bu Göle o olağanüstü mavi rengini vermektedir.

 

Ritsa Gölü Efsanesi

 

Bir efsane der ki “Bir zamanlar Ritsa Gölü’nün yerinde bir vadi ve onun içinden akan bir ırmak varmış. Bu vadinin masalsı yamaçlarındaki meralarda, dünyalar güzeli bir kız yaşarmış. Adı Ritsa olan bu kızın Agepsta, Atsetuk ve Psegishi adında üç erkek kardeşi varmış. Erkek kardeşleri gündüz ormanda avlanır, akşam olunca da kulübede toplanırlarmış. Ritsa onlara yemekler hazırlar ve şarkılar söylermiş. Bir gün ne olmuşsa olmuş, genç delikanlılar uzak bir dağa avlanmaya gitmişler ve akşam dönmemişler. Ertesi gün de bir haber çıkmamış. Ritsa onları çok özlüyor ve bir an olsun gözünü yoldan ayırmıyormuş. Bir yandan da kardeşlerine duyduğu hasreti büyüleyici sesiyle şarkılara döküyormuş. Ne yazık ki onun bu güzel şarkılarını Gega ve Yupsara adında iki orman eşkiyası duymuş. Bu iki haydut sesi takip edip kulübenin yakınına gelince Ritsa’yı görmüş ve onu kaçırmaya karar vermişler. Yupsara onu kaptığı gibi atının terkişine atmış, Gega ise onu bir örtü ile örtmüş. Ritsa’nın yürek parçalayıcı yakarışları, nihayet avdan dönmekte olan kardeşlerine ulaşmış. Psegishi haydutlara dev bir kılıç fırlatmış. Ne var ki isabet ettirememiş. Fakat nehre düşen kılıç nehrin yatağını kapatmış. Yolu kesilen su hızlıca vadiyi doldurmuş ve Göle dönüşmüş. Yine de yetişen yardım Ritsa’ya güç vermiş ve son bir çabayla onu kaçıran haydutların elinden sıyrılıp attan atlamış. Fakat dengesini sağlayamayıp yeni oluşan Gölün içine düşmüş. Erkek kardeşleri ne kadar uğraştılarsa da onu kurtarmayı başaramamışlar. Ritsa Gölün içinde kaybolmuş. Bunun üzerine kız kardeşlerinin intikamını almak için haydutların peşine düşen erkek kardeşlerden Psegishi, Yupsara’yı yakalamış ve onu da Gölün içine atmış. Ne var ki Gölün suları bu rezil haydudu içine almamış ve onu fırlatmış. Akan bir suya kapılıp denize doğru sürüklenen Yupsara’ya yardımcı olmaya çalışan arkadaşı Gega da başarılı olamamış ve o da aynı suya düşüp, aynı feci sonu paylaşmış. Bu korkunç trajedinin ardından artık adına Ritsa denen bu Gölü çevreleyen yüksek dağlara çıkan erkek kardeşler, hayattayken ona sahip çıkamamanın verdiği pişmanlıkla, sonsuza dek o zirvelerde ayakta dikilir, en azından kız kardeşlerinin gölde huzur içinde yatması için nöbet beklerlermiş.


Oset
ирæттæ
Soldan sağa: Khetagurov, Gazdanov, Kotsoyev,Tokaty, Gergiyev, Taymazov
Toplam nüfus700.000 (tahmini)Önemli nüfusa sahip bölgeler
 Rusya515.000[1]
 Güney Osetya65.000 (1989)[2]
 Gürcistan (geri kalan)38.028 (2002)
 Türkiye100.000[3]Diller

OsetçeRusça

Din

Çoğunluk Ortodoks. Azınlık ise Sünni Müslüman ve yerel Oset dinine mensup.

İlgili etnik gruplar

Diğer İran halkları (Yagnoblar)

Osetler, (Osetçe: ирæттæ, irættæ) Osetya'nın yerli bir etnik grubu olan İranî[4][5][6] halktır.Oset, Gürcülerin bu halka verdiği isimdir. Osetlerse kendilerine İron,ülkelerineyse İriştonderler.Osetlerin çoğunluğu Rusya'ya bağlıKuzey Osetya'da ve Gürcistan'la yaşanan savaştan sonra Rusya tarafından bağımsızlığı tanınan Güney Osetya'da yaşamaktadır. DilleriHint-Avrupa dil ailesinin İrani Diller koluna bağlı Osetçedir.

Türkiye'de yaygın biçimde Çerkes olarak nitelendirilen Osetlerin halk arasındaki adıKabardeyler tarafından verilen Kuşha(Къущхьэ «dağlı») olarak yaygındır.[7]

Dil

Ana madde: Osetçe

Osetlerin dili Hint-Avrupa dil ailesinin İrani Diller koluna bağlı Osetçedir. Osetçe'nin iki ana lehçesi vardır. Bu lehçelerden biri Kuzey Osetya ve Güney Osetya'da konuşulan İron lehçesi, diğeri Kuzey Osetya'da konuşulan Digoron lehçesidir. Osetçeye bağlı Kudairag ve Tuallag gibi alt şivelerde vardır. Edebiyat dili en yaygın lehçe olan İron lehçesine dayanılarak ortaya çıkarılmıştır. Bir halk şairi olan Kosta Khetagurov, Oset edebiyatının kurucularındandır.

Osetçe, Kuzeydoğu İran dillerinde sınıflandırılmaktadır. Tacikistan'da konuşulan Yagnob dili, bugün Osetçe ile beraber Kuzeydoğu İran dilleri içinde yaşamını sürdüren son dilidir. Osetçe ve Yagnob dili, İskitçe-Sarmatça dillerinin lehçe grubundan kalmadır. Doğu İran dillerinden olan Peştucakalıtsal bakımdan Osetçeye benzemektedir.

Din

Osetlerin çoğu 12. yüzyılda Gürcü ve Bizansetkisi altında Hıristiyan olmuştur.

Bugün Kuzey Osetya ve Güney Osetya'daki Osetlerin çoğu Ortadoksluk dinine mensuptur. Batıdaki Digor kabilesi zamanla Kabardeylerinve İslam dininin etkisi altında kalmıştır. Osetlerin %30 u Müslüman,%30'u pagan geri kalan %40 ise Hıristiyandır.

Tarihi

Osetler'in atalarının tarihi eski çağlara kadar uzanır. Orta Asya bozkırlarından Ural dağlarına kadar göçebe olarak yaşayanİskitler Oset halkının atalarıdır.  Karadeniz'in kuzeyine ve daha sonra da Balkanlara kadar yayıldılar. İskitler at üzerinde savaşta usta bir halktı ve bu üstünlükleriyle bu coğrafyada kültürel anlamda derin izler bıraktılar.

M.Ö. 3. yüzyılda İskitlerin yerini Urallar üzerinden gelen akrabaları Sarmatlaraldı. Sarmatlar bir kabile federasyonuydu ve temel olarak üç ana kabileden oluşuyordu: Alanlar, Roksalanlar ve Yazsaglar. Alanlar Don Nehri ve Volga Nehri arasında kalan ve Kuzey Kafkasya'yı da kapsayan bir bölgede hakimiyet kurmuştu; Roksalanlar ise Don nehrinden Orta Avrupa'ya kadar olan bir alanda yaşamaktaydı; Yazsaglar ise bugün Macaristan olan Pannonia bölgesini kaplamıştı. Sarmatların en büyük özelliği ağır zırhlı süvarileriydi; tarihçiler batıdaki şövalye tarzının Sarmatlardan gelebileceğine dair teoriler öne sürdüler.

Zaman içinde İskandinavya'dan gelen Cermen kabileleri Balkanlar ve Karadeniz kıyılarına kadar inince Sarmatlarla komşu oldular. Bu komşuluk ortak düşmanları olan Romalılarla savaşta yapılan ittifaklara kadar uzandı. M.S. 370 yılında doğudan gelen Hunlar sırasıyla önce Alanları, sonra da en güçlü Cermen kabilesi olan Gotları önüne katarak bu ittifakı bozdu. Domino etkisiyle yayılan kavimler göçü birçok barbar halkı etkiledi ve sonundaRoma İmparatorluğu'nun çöküşüne kadar gitti.



Kosta Khetagurov

Sarmat kabilelerinin kaderi Hun istilasıyla ve Avrupa'daki barbar göçleriyle birleşti. Sadece Alanların bir kısmı Kafkasya'ya sığınarak yerlerinde kaldı ve orada bir Alan Krallığı kurdular. Alan Krallığı bölgeye gelen Bizansve Hazarlarla çeşitli ittifaklar yaptı ve başkenti M.S. 13. yüzyıla kadar hayatta kalmayı sürdürdü. Bu tarihte gelen Moğol istilalarıyla krallık yıkıldı ve sağ kalan Alanların (kurtulabilenlerin sayıları 16.000 olarak tahmin edilmektedir) Kafkas dağlarının yüksek bölgelerine sığınmalarıyla bugünkü Oset halkı oluştu.

Avrupa'da kalan veya göçlerle batıya giden Sarmatlardan en güçlü olan kabile Alanların bir kısmı Hunlarla birlikte hareket etti ve onlara katıldılar. Hunlardan kaçanlar ise bir Cermen kabilesi olan Vandallarla birlikte Avrupa içlerine kadar girerek bugünküFransa'yı teşkil eden Galya bölgesini istila etti. Burada Goar ve Respendial adındaki iki Alan kralı anlaşamayınca Respendial komutasındaki Alanlar Galya'dan ayrılarak Vandallar ve yine bir Cermen kabilesi olan Süevlerle birlikte M.S. 409 yılında İberya'yı, yani İspanya'yı işgal ettiler. İberya'da tekrar bir paylaşım oldu ve Alanlar'a bugünküPortekiz sınırları içindeki Lusitania verildi.

M.S. 418 yılında İberya'nın Gotların batı kolu olan Vizigotlar tarafından istila edilmesiyle birlikte Alan, Vandal ve Süev topluluklarıCebelitarık'ı geçerek Kuzey Afrika'ya girdiler.  Kuzey Afrika ve KartacaRoma'nın tahıl ambarıydı; bu şekilde zaten zor durumda olan Roma İmparatorluğu ciddi bir darbe yemiş oldu. Kuzey Afrika'da kurulan krallığın başına bir Vandal olan Geiseric geçti ve krallık ünvanını "Vandalların ve Alanların Kralı" olarak belirledi. Bu krallık M.S. 6. yüzyıla kadar yaşamını sürdürdü. Galya'da Goar'ın komutası altında kalan Alanlar ise zamanla bölgedeki diğer halkların içinde eriyip izlerini kaybettirdiler.

Avrupa'da kalan diğer Sarmat kabilesi olan Roksalanlar istilacı kabileler içinde eridi. Yazsaglar ise Pannonia'da kalmaya ve Roma için sorun teşkil etmeye devam ettiler. Varlıkları barbar istilalarından sonra durulan ortamda kurulan yeni imparatorluklardan sonra da devam etti ve Macar birliğinin kurulmasından sonra oluşan federasyon içinde Jazsag bölgesinde 15. yüzyıla kadar kendi kimliklerini muhafaza ettiler; bu tarihten sonra dillerini kaybettiler ve Macarlaştılar.Kral Arthur efsanesinin orijininin, M.S. 175 yılında Roma İmparatorluğuna yenildikleri savaştan sonra fidye olarak verdikleri 5.500 kişilik süvari birliğinin Romalılar tarafındanBritanya'ya gönderilmesiyle, Yazsaglar olduğuna dair hipotezler mevcuttur.



Posted via Blogaway


Çerkesya
Адыгэ Хэку 
1500-1864 



Bayrak



Çerkesya 1750.BaşkentSoçiDil(ler)AbazacaAbhazca,ÇerkesçeKabardeyce,Karaçay-Balkarca,OsetçeUbıhçaDinİslamYönetimKonfederasyonTarihi - Rus-Çerkes Savaşı1763 – 1864



Çerkesya'nın bayrağı

Çerkesya ya da Çerkezistan (AdigeceАдыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce:ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا‎[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının atalarının anavatanıdır.

Ad



TürkiyeRusyaKaradeniz, ve Çerkesya, Edmund Spencer, 1855.

13. yüzyıldan beri bilinen Çerkes adının kökeni hakkında değişik görüşler vardır. Bir görüşe göre ‘Çerkes’ antik çağda Yunanların bugünkü Novorossiysk (Tsemez) ve Gelencik arasında yaşayan yerel bir kabileye verdikleri ‘Kerket’ adından gelmektedir. Başka bir görüşe göre, Çerkes adını onlara Ortaçağ’da komşu Türk halkları vermiştir. Başka bir görüşe göre ise kökeni Farsçadır. Etimolojisi de bu görüşler kadar farklıdır (‘çeri (asker) kişi’, ‘çeri (asker) kesen’, ‘cer (yer) kazan’ vb.)[3] Kafkasya’ya yakın coğrafyadaki dillerde isim ‘Çerkes’ olarak yerleşmiştir. Bu dillerden alıntı yapan birçok Batı dilinde de aynı ya da benzerdir (Alm. Tscherkessen, İng. Circassian, Fra. Circassien). Çerkesler kendilerine Adığe adını verirler. Komşu halklardan Abazalar (Abhazlar) Çerkesleri Azıhua, Osetler de Kaşgon/Kasgon olarak adlandırır.

Rusçada önceleri Çerkes adı altında bütün Adığe grupları tanımlanırken, Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında terminoloji değişime uğradı ve kurulan idari birimlere göre adlandırma yapıldı. Adıgey’de yaşayan Çerkesler ‘Adıgeyli’ (adıgeyetsı), Karaçay-Çerkes’tekiler ‘Çerkes’ (çerkesı), Kabardey-Balkar’dakiler ‘Kabardey’ (kabardintsı), Şapsığ Ulusal Bölgesi’ndekiler de ‘Şapsığ’ (şapsugi) adlarıyla Adığelerin alt etnik grupları ilan edildi. Rusçada bugün de kullanılmaya devam eden bu terminolojiye göre ‘Çerkes’ aslında etnik değil, sadece Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’ndeki Çerkesleri belirten coğrafi bir tanımdır. Dolayısıyla Rusçada 1920’lerden önceki ve sonraki ‘Çerkes’ terimi farklı anlamlara gelmektedir. Son yıllarda buna karşı eleştiriler artmakta ve tarihi/etnik adlandırmaya dönme eğilimleri artmaktadır.

Türkiye’de ise farklı bir karışıklık söz konusudur. Çerkesler dışında Anadolu’da Kafkas göçmeni olarak Abaza, Oset, Çeçen, Karaçay, Dağıstanlı Avar-Lezgi halkları da yaşamaktadır. Yaklaşık 150 yıl önce Osmanlı topraklarına gelen Kuzey Kafkasyalı göçmenlerin büyük çoğunluğunun Çerkes olması; kıyafet, gelenek görenek, dans ve müzik vd. kültür öğelerinin benzerliği gibi nedenlerle diğer Kafkas halkları da bu coğrafyada Çerkes olarak adlandırılmıştır. Anadolu’nun bazı bölgelerinde bu dış algı zamanla içselleştirilmiş ve seçkinler tarafından da siyasi olarak formüle edilmiştir. 1990’larda başlayan bilgilenme ve yeniden kimliklenme sürecinde bu terminoloji de değişmeye ve yerli yerine oturmaya başlamıştır.

Coğrafya



Çerkeslerin Osmanlı topraklarına göçü.

Çerkesya sınırları Kırım'dan başlayarak zorluKafkas dağları'na kadar uzanır.Batıda sınırlar Kırım ve Taman Yarımadası'ndan veKaradeniz'den Terek ırmağına kadar yani bugün ki Kabardino-Balkarya ve Kuzey Osetya'ya kadar olan bölgeye Çerkesya denir.Aslında Çerkesya'nın tam olarak belli bir sınırı yoktur ama Çerkeslerin tarihi bölgelerine bakacak olursak bugün ki Krasnodar Krayı,Rostov Oblastı'nın güney yamaçları,Stravropol Krayı,Karaçay-Çerkesya,Kabardino-Balkarya,Kırım,Adige Cumhuriyeti ve Ukrayna topraklarına denk gelmektedir.Çerkesler özellikle 1.yüzyılda ve 12.yüzyıllarda çok güçlenmiş ve bu toprakların tümüne ve büyük bir bölümününe egemen olmuştur ki Moğol ve Altın Orda devletini saldırılarıyla ve Kırım Hanlığının baskılarıyla bugün ki yerlerine yani Kuban Nehri'nin güneyine çekilmiştir.

Çerkes Tarihinin Kronolojisi

Yerleşim

[3] Çerkeslerin anavatanı Osmanlı kaynaklarında Çerkezistan, Batılı ve Rusça kaynaklarda ise Çerkesya olarak adlandırılan, Kuzey Kafkasya’nın batı ve orta bölgesidir. Çarlık Rusyası’nın 1800’lerin başından itibaren bölgeyi işgali ve kolonizasyonuyla birlikte Çerkesya’nın etnik haritası da değişmiştir. 1864’te savaşın bitmesi ve Çerkeslerin Osmanlı topraklarına sürgün edilmesiyle ülkenin büyük bölümünde Çerkes yerleşimlerinin varlığı sona ermiştir.

Çerkesler bugün Kafkasya’da, 1920’lerde Sovyetler Birliği’yle birlikte kurulan ve tarihi Çerkesya’nın küçük bir bölümünü kaplayan üç idari birimde (Adıgey, Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes cumhuriyetleri) yaşıyorlar. Ayrıca Krasnodar Krayı’nda (Lazarevsk ve Tuapse) ve Kuzey Osetya sınırları içindeki Mozdok’ta az sayıda Çerkes bulunuyor.

Türkiye’de 600 civarında Çerkes yerleşimi Trakya, Doğu ve Güneydoğu bölgeleri hariç bütün Anadolu’ya dağılmıştır. En yoğun Çerkes yerleşimi Sinop, Samsun, Çorum, Amasya, Tokat, Yozgat, Sivas, Kayseri, K.Maraş, Adana hattı ile orta batı Anadolu’da ve Marmara bölgesinde (Eskişehir, Bilecik, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Yalova, Sakarya, Düzce) bulunmaktadır.

1863-65 yıllarında yoğun olarak yerleştirildikleri Balkanlar’ı 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında terk etmek zorunda kaldıkları için bugün Balkanlar’da Çerkes yerleşimi yoktur. Kosova’da kalan son Çerkes topluluğu da 1998 yılında Kafkasya’ya dönmüştür. Türkiye dışında, eski Osmanlı toprakları olan Suriye, Ürdün ve İsrail’de Çerkesler yaşamaktadır.

Nüfus

Rusya’da 1897 yılında yapılan ilk genel nüfus sayımından iki yıl önce "Rusya İmparatorluğu’nda Yaşayan Halkların Alfabetik Listesi" başlığıyla bir ön çalışma yapılmış. 1895 yılında Petersburg’ta yayınlanan bu listede Rusya halklarının değişik yayınlarda yer alan ve farklı yıllara ait nüfus bilgileri derlenerek dilleri, dini inançları ve yaşadıkları bölgeyle ilgili kısa bilgiler verilmiştir. Buna göre Çerkeslerin 1891 yılındaki nüfusu 161.950 kişidir. Günümüzde Rusya dışında Çerkes kabul edilen yakın halklar ise Rusya'da Çerkeslerden ayrı tutulmuştur (Nah-Dağıstan dillerini konuşanlar hariç): Ubıhlar 25.000 (1867), Abhazlar 60.000 (1886) {Abazinler yer almamış}, Balkarlar (Балкары) 3.000 (1875), Karaçaylar (Карачаевцы) 25.000 (1891), Osetler (Осетины) 164.490 (1886)[4]

Dil



Kuzeybatı Kafkas dilleri (Абазэ-Адыгэбзэхэр): Abaza dilleri (абазэбзэхэр) ile Adığe dilleri (адыгэбзэхэр)



Nart destanlarının kahramanı Sosruko (BatıСаусырыкъо Doğu Сосрыкъуэ)

Evliya Çelebi 1660’lı yıllarda gezip gördüğü Çerkes topraklarında konuşulan Çerkesçeyi"yüz kırk yedi lisanın hepsini gayet güzel yazdım ama bu Çerkes lisanı gibi saksağansadalı lisanı yazamadım" demiştir.[5]

Rusya'da 1920 sonrasında üç lehçede (Doğu Çerkesçesinden Kabardey ile Batı Çerkesçesinden Çemguy ve Şapsığ) yazılan dört bölgesel edebiyat (Kabardey, Şerces, Adigey ve Şapsığ) doğmuştur. Bu dört edebiyattan ikisi, yani Kabardey ve Şerces bölgesel edebiyatları (bazı önemsiz kelimeler dışında) Kabardey edebî dilini benimsemiştir. Bu dört edebiyat 1945 yılına değin sürmüş, aynı yıl Şapsığların özerkliğine son verilmesi ile birlikte, Şapsığ edebiyatı ve yazılı yaşamı da son bulmuş, geriye sadece iki edebiyat dili (Kabardey ve Adigey) ve üç bölgesel edebiyat kalmıştır: Kabardey, Şerces (Çerkes) ve Adigey.[6] Adığe edebiyatının sözlü ürünleri Abhaz ve Abaza dili ürünlerinden daha süslü ve duygulu olan anlatımlarıyla farklılaşır.[7]Çerkes lehçeleri arasındaki farklılık («Dedikodu ve kötüleme için Ubıhça, sövmek/küfretmek için Şapsığca, istemek/dilenmek için Abzehçe, övmek/tatlı dil dökmek için Besleneyce») biçiminde ifade edilir.[8]

14 Mart 1853 tarihinde Abzehlerden Vımar/Wumar Bırsey (Бырсэй Умар, Бэрсей Умар, Rusça: ru:Умар Хапхалович Берсей1807—1870) tarafından Tiflis'te ilk Adığe alfabesinin ve Adığece Sözlüğün (Адыгэбзэ псэлъалъэр) yayımlandığı günün anısına her yıl Çerkesler tarafından 14 Mart Çerkes Dili Günü ya da Adığe Dili Günü/ Adığece Günü olarak kutlanmaktadır.[6][9][10]

Eskiden Ubıhça konuşmuş olan Ubıhların da anadili haline haline gelen Çerkesçe, Çerkes Ermenileri ile Çerkes Rumları (Urımlar) tarafından konuşulduğu gibi[11][12], Karaçay, Balkar ve Abazalar (Abazin) arasında da konuşulabilmektedir.[6]

Sözlü edebiyatın başlıca türleri şarkılar vetürküler ile bilmeceatasözümasalöykü,tekerleme, vb'dir.[6] Anlatımlarda sık sıkmecaza başvurulur.[6] Sözlü ürünler içinde en geniş yeri tutan ve birçok öğesi eski Grek destanlarını hatırlatan Nart destanları ya da Nartlar 1946-1968 yılları arasında derlenen ve biriktirilen 705 tekstin bir araya getirilmesiyle 1968-1971 yılları arasında Maykop'ta yayımlanmıştır. Destan yeni derlemelerle 8 cilde ulaşmıştır. Destan 31 bölüme ayrılmaktadır. Her bir bölüm ayrı bir Nart kahramanını yaşamına ayrılmaktadır.[6]Yaklaşık üç asırlık Koç'as destanı daha çok Batı Çerkeslerinde görülür.

Din



Adigey Cumhuriyeti 'nin başkentiMaykop'ta bulunan Maykop Merkez Camii (Мыекъуапэ и Гупчэ Мэщыт)



Adigey Cumhuriyeti 'nin başkentiMaykop'ta bulunan Maykop Merkez Camii (Мыекъуапэ и Гупчэ Мэщыт)

Çerkeslerde geleneksel din (диныр) geçmişteanimizm olsa da, günümüzde Kuzey Osetya’nın Mozdok rayonunda yaşayan 3 bin kişilik bir Hıristiyan topluluk dışında Çerkeslerin tamamı Müslümandır.[3]

Mitoloji

Ana madde: Çerkes mitolojisi

Çerkeslerin geleneksel inançları örfî habze kuralları çerçevesinde animizm ve büyüyedayanırdı. Çerkesler suya, ateşe, bitkilere, ormanlara, kayalara, gök gürültüsüne ve yıldırımlara tapmışlardır. İbadet, dans ve müzik eşliğindeki tapınma eylemlerini, tapınak olarak kullanılan kutsal korularda yaparlardı. Töreni thamate/thamade adı verilen yaşlı bir bilge-rahip yönetir, törene huahodenilen, anlamı olmayan sözler ve yakarışlardan oluşan dua ve dilek şarkıları eşlik ederdi. Böylece hastalıklardan ve yeni doğan bebekleri nazardan korumak amaçlanırdı.[13] Çerkeslerin mitolojik inançlarına Nart destanlarında[14][15]rastlanmaktadır. Çerkeslerin baş tanrısı Tha için «büyük tanrı» anlamında Thaşho adı da kullanılır. Bu baş tanrı dışında yardımcı diğer tanrılar şöyledir:[16] yaşam/ruhlar tanrısı, bereket/tarım ürünleri tanrısı, gök tanrısı, çiftçilerin koruyucu tanrısı, sığırların koruyucusu olan tanrı,atlıların koruyucu tanrısı, avcıların muhatap olduğu ormanların koruyucu tanrısı, çobanların muhatap olduğu koyunların koruyucu tanrısı, Tlepş/Лъэпшъdemirci ve ateş tanrısı ve tıbbın kruyucusu, denizlerin su tanrıçası, ırmakların su tanrıçası, bahçelerin koruyucusu olan tanrıça,Тлохумишх ile Шеберис Созерис'e yakarırken adları geçen tanrılar, öküz pulluklarının koruyucusu olan tanrı, gök tanrısı[16]

Yahudilik

8. yüzyılda Bizans'tan kaçan yaklaşık 20 binYahudinin (джуртхэр Curtḫer) Kafkasya'ya yerleşmesi ve Türk kökenli Musevi Hazar Kağanlığı ile kurulan ilişkiler sonucu bazı Çerkes kabileleri geçmişte Museviliği seçmiştir.[13]

Hristiyanlık

Kafkasya’da Kuzey Osetya’nın Mozdok rayonunda yaşayan 3 bin kişilik bir HıristiyanKabardey topluluk yaşamaktadır.[3]Günümüzde Kuzey Osetya'nın üç köyünde veStavropol Krayının bir köyünde Hıristiyan Çerkesler bulunmaktadır.[17]

Müslümanlık

Günümüzde 3 bin kişilik bir Hıristiyan topluluk dışında Çerkeslerin tamamına yakını SünniHanefi Müslümandır (мыслимэн). Çerkesler 16-17. yüzyıllardan itibaren Osmanlı Türklerive Kırım Tatarları aracılığıyla görece geçMüslüman olan bir toplumdur. Kırım Hanlığı’nın Çerkeslerle ilişkileri sonucu İslamiyet 16. yüzyılda Kabardey bölgesinden Hatujuka Adil Girey’in ve Molla İshak Abuk’un yardımları ile girmiştir. Osmanlı Türkleri ve Kırım Tatarları aracılığıyla yayılmaya başladığı anlaşılan Müslümanlık 17–19. yüzyıllarda güçlenmiştir. Ferah Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti tarafından Kafkasya bölgesine muhafız olarak gönderilmesinden sonra, İslamiyet’in yine Osmanlıdan gelen Çerkes asıllı hocalar vasıtası ile tanıtılmasına hız verilmiştir.[17]

19. yüzyılda İslamiyet Kabardeyler dışında Çerkes kabileleri arasında pek yaygın olmadığı gibi, Çerkes toplumunda müslümanulema sınıfı da henüz oluşmamıştı. Din adamları Çerkesler arasında sayı ve sosyal etki açısından önemli bir tabaka meydana getirmemişlerdi ve o dönemde Dağıstan ve Çeçenistan’da olduğu gibi toplumsal güce sahip değillerdi.


                                                        

..................................................
Afşin - Deveboynu
        

 ..................................................
(Kabardey)
Dav, 
Sımıt, 
Getje, 
Meremıko, 
Hasçu, 
Dokul, 
Thazepl, 
Phontarıja,
Şıbzığua, 
Guyıca, 
Jenjıt,
Bargun,
Geteje
    

..................................................
Andırın - Yeşiltepe
     Kavaklıtepe 
        Benagoe
 

 ..................................................
(Kabardey, Abzegh)
Mertoko, 
Veroko, 
Kuşha, 
Şıvan, 
Teuve.

Şid,
Lambej,
Tharıko,
Wedah,
Bughaşe,
Did,
Gı'da.

Bilgi: Teuwe Hajiyigo
    

..................................................
Andırın - Altınboğa
    Wıhablepo

 ..................................................
(Kabardey)
Gouşrogo,
Pea'ga.

Bilgi: Teuwe Hajiyigo
    

..................................................
Andırın - Akifiye

 ..................................................
(Wubıh, Abzegh)
Berzeg, 
Ajuk, 
Mecöz, 
Duğ, 
Dıw, 
Deçen, 
Melgoşh, 
Hatko
    

..................................................
Elbistan - Soğucak
         Astemıre

 ..................................................
(Kabardey)
Terekegua,
Keref, 
Hatıj, 
Selah, 
Haşuş, 
Alho
    

..................................................
Göksun - Hacıömer
         Kojege

 ..................................................
(Kabardey)
Şıruh, 
Tok, 
Wunaşe, 
Yelkaş, 
Apejıgh, 
Gibil, 
Haşeg, 
Mıtıj, 
Gerş, 
Aşıj, 
Zeruna, 
Merziye, 
Haguare, 
Gubj (Hambırsom)
Şeri

Bilgi: Kurtaran Karcı
    

..................................................
Göksun - Kamışçık
        

 ..................................................
(Kabardey)
Gel, 
Azmet, 
Jınjake, 
Hatkut, 
Late, 
Şegem, 
Ponej, 
Lekoşek, 
Lemerdon, 
Abanoka, 
Apejıh, 
Guğujoka, 
Jemenbe,
Melemuga
 
Bilgi: Tamer Tutucu   

..................................................
Göksun - Büyükçamurlu
        

 ..................................................
(Wubıh, Shapsugh, Abzegh)
Ansoquo, 
Habpce, 
Şamırza, 
Yelgan, 
Haşadög, 
Fokışe, 
Buğune, 
Gaz, 
Janik, 
Göbaçoka, 
Bereket, 
Bağot, 
Mıgaf, 
Melaune, 
Hajgul, 
Ajuk, 
Berzeg, 
Handeregoj, 
Duğu, 
Deçen, 
Bace
    

..................................................
Göksun - Çardak
        

 ..................................................
(Çeçen)
Yalxoy, 
Dişnoy, 
Akkiy, 
Benoy, 
Kurşloy, 
Certkhoy, 
Sesanxoy, 
Şuonoy, 
Biltoy, 
Ertnoy, 
Lamaroy, 
Scontroy, 
Peşhoy, 
Baaloy, 
Ershoy, 
Neşhoy, 
Gendirginoy, 
Enganoy
    

..................................................
Göksun - Karahmet
        

 ..................................................
(Kabardey)
Kempare, 
Balkar, 
Afona, 
Şıruvh, 
Zeşoka, 
Sebene, 
Belağ, 
Derağe, 
Vunej, 
Hakeş, 
Gıda, 
Kude
    

..................................................
Göksun - Yantepe
         Yusufefendi

 ..................................................
(Kabardey)
Yemuz, 
Afona, 
Hajğule, 
Höje, 
Memyhağ, 
Lekoşek, 
Şhagöş, 
Zığona, 
Şıbzığa, 
Kude, 
Şokul

Ğoqoke

Bilgi: Telhat Güngör
    

..................................................
Göksun - Korkmaz
         Kırkmaz

 ..................................................
(Kabardey)
Yhame, 
Yender, 
Mıle, 
Dude, 
Şokul, 
Tağzit, 
Alhas, 
Gufejoka

Neğaple

Bilgi: Enver Bolat
    

..................................................
Göksun - Kaleköy - Kaleseğleyen

 ..................................................
(Kabardey)
Afona, 
Şereg, 
Sarağa, 
Hatkut, 
Zuruna, 
Gibil, 
Tata (Toğ), 
Hoşey
    

..................................................
Göksun - Yağmurlu
        

 ..................................................
(Kabardey)
Mıtıj, 
Apejıh, 
Merze, 
Şeri, 
Hatkut, 
Perit, 
Hagara
    

..................................................
Göksun - Fındık
        

 ..................................................
(Kabardey)
Tambi, 
Karden, 
Kuşha (Asetin), 
Vurım, 
Hajeslenığa (Asetin), 
Hoşey, 
Hanvaşe, 
Haşel, 
Şomavhe, 
Thazepl, 
Verıl, 
Höje

Verış
Herli
Hupe
Soh
Babış
Lığur
Limaho

Bilgi: Rauf Aydemir
    

..................................................
Göksun - Temuraga
        

 ..................................................
(Kabardey)
Zeşoka, 
Kunıj, 
Bahtır, 
Aşhot, 
Gelin, 
Merzey, 
Kefo, 
Şogenşave, 
Hanağa, 
Hajbiş, 
Janik, 
Belağ, 
Bemhyağ, 
Yemzeğ, 
Şak, 
Tuma
    

..................................................
Göksun - Saraycık
        

 ..................................................
(Kabardey)
Jilehij, 
Hatıj, 
Gubır, 
Jankazı, 
Hakeş, 
Astenır, 
Kancaşu, 
Juk, 
Pşıvik, 
Jıloka (Hatıka), 
Merzey, 
Memreş, 
Yilal (Asetin), 
Şogen, 
Şereg, 
Hoca (Kuşha)
    

..................................................
Salyan
    
        

 ..................................................
(Kabardey)
Memreş, 
Merzey, 
Gerihan,
Girite








Çerkes Sürgünü: 21 Mayıs 1864



Kafkasya, kuzeyiyle ve güneyiyle tarih boyunca stratejik önemi olan bir coğrafyadır. Bu nedenle de sürekli saldırılara ve işgallere sahne olmuştur. Esas itibariyle dağlık bir ülke olan Kafkasya’da yerleşim yerleri genellikle yüksek yaylalar ve derin vadilere yayılmıştır. Yüksekliği fazla olan bu dağ silsilesi, bölgedeki insanların tarihlerini, kültür ve karakterlerini başkalarından farklı kılmıştır.

Askeri açıdan büyük ölçüde savunma imkanı sağlayan dağlar, kültür ve etnik bakımından bölünmüş bir coğrafyanın doğmasına sebep olduğu gibi Kafkasyalıların birleşmesini de önleyen bir faktör olmuştur.

Esas konumuza geçmeden önce üç kavramın anlamını bir daha hatırlayalım.

GÖÇ: İşgal ya da başkaca bir zorlayıcı nedenlerle topraklarında eskisi gibi rahat yaşama olanağı kalmayan bir halkın veya halkların başka yörelere veya ülkelere kendi kararlarıyla gitmeleridir.

SÜRGÜN: İşgal edilen ülkedeki insanların tümüyle ve zorla topraklarından çıkartılması ve başka yerlere gönderilmesi ve yerlerine başka halkların ikamesidir.

SOYKIRIM (Jenosit): İşgal edilen topraklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmek, imha etmek ve yerlerine işgalcileri veya yandaşlarını yerleştirmektir.

İlk çağlardan başlamak üzere medeni alemin ağırlık merkezlerinden biri olan Akdeniz havzasının siyasi ve ekonomik hayatında Kırım ile Kafkasya’nın müstesna bir yeri bulunmaktaydı. İpek yolu, doğuya uzanan transit ticaret güzergahının kritik geçitleri ve kavşağı olan Kırım ve Kafkasya, aynı zamanda tarım, hayvancılık ve yer altı kaynaklarıyla ihmali mümkün olmayan bir konumdaydı.



Rusların güneye inmesine set görevi yapan ve aynı zamanda Kırım ve Kafkasya’yı doğrudan yöneten Altınordu Devleti ile Ruslara karşı sağlıklı bir Devlet Politikası oluşturup uygulayamayan Kırım’ın, Slavları birleştirip önemli bir güç haline gelen Ruslar tarafından yıkılmasıyla beraber tehlike çanları Çerkesler için çalmaya başlamıştır. 1556’da tahta geçen Çar 4. İvan’dan başlayan ve I.Petro’yla giderek güçlenen ve batıdan aldığı silahlarla ordusunu geliştiren Rusya’nın Karadeniz sahiline sıcak sulara inme emelinin gerçekleşebilmesi için ortadan kaldırılması gereken en önemli engel Kuzey Kafkasya’dır ve neye mal olursa olsun be mesele halledilmek zorundadır.

İşte bu nedenle Kafkas-Rus Çarlığı arasındaki savaşlar ta 1556’larda başlamıştır. Çar 4.İvan (Korkunç İVAN) önce Kabardey topraklarına saldırır. Prens TEMİROKA, kızı MARİA’yı Çar İVAN’a eş olarak verir. Bu vesileyle bir süre barış dönemi yaşanır. Ancak 4.İvan öldükten sonra savaşlar yeniden başlar ve zaman zaman ara verilerek tam 306 yıl sürer. 1556-1762=206 yıl hazırlık dönemi, 1763-1845 =82 yıl sürekli savaşlar ve 1846-1864=18 yıl sonuç savaşları olarak cereyan eder.

Ruslar, çok arzuladıkları Hazar Denizi, Karadeniz sahili ve Kafkasya’yı ele geçirebilmek için 306 yıl, bıkmadan usanmadan ve 1.500.000 asker kaybına rağmen saldırdılar. Her yıl Kafkasya’nın etrafındaki çemberi biraz daha daralttılar. Modern cihazlarla donatılmış ve devre dışı kalan her askerin yerine daha fazlasının konulabildiği böylesi bir güce karşı koyan Çerkeslerin artık bu topraklarda tutunması söz konusu değildi. Daha önceleri Kazan ve Kırım’da en acımasız şekliyle uyguladıkları ve artık klasik bir yöntem haline gelen, “kaçırmak veya göçürmek istiyorsan, evleri, tarlaları yak-yık,kaçmaktan ya da aç kalıp ölmekten başka bir seçenek bırakma...” metodu 1857’den itibaren Kafkasya’da en acımasız şekliyle sahnelenecektir. Çok sayıda Rus, İngiliz, Amerikalı, İtalyan, Polonyalı ve Türk kökenli yazar, araştırmacı, Komutan, tarihçi ve diplomatın ağzından Çerkeslerin sürgünü ve sürgün sırasında yaşananlarla ilgili bazı söylemleri birer cümle veya paragraf halinde sunduğumuzda sorunu daha iyi kavramak mümkün olacaktır.

ÇAR I.PETRO-1722 : “Rusya’nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya’ya hükmeder. Bunun için de ne gerekiyorsa onu yapmalıyız...”

PRENS BARYATİNSKİ (Çar Naibi): “Karadenizin kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı haline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemek zorundaydık. Dağlı Çerkeslere ulaşabilmemize engel olan Kuban ötesi halkların da tümüyle yerlerinden kaldırılması gerekiyordu.”

GRAND DÜK MİCHAEL: “ Dağlılar teslim olmuyor diye biz görevimizi yarıda bırakamazdık. Yarısının temizlenebilmesi için öbür yarısının yok edilmesi gerekiyordu.”

KAFKASYA ORDULARI KURMAY BAŞKANI MİLYUTİN: “..Dağlıları, zorla ve bizim istediğimiz yerlere göndermeliyiz. Gerekiyorsa Don yöresine sürmeliyiz. Bizim esas gayemiz Kafkas dağlarının eteklerindeki bölgelere Rusları yerleştirmektir. Ancak bunu şimdiden dağlılara hissettirmeyelim...”



M.İ. BENYUKOV: (Dağlılara karşı savaşan ve anısını yazan): “Batı Kafkasya’nın iskanı ile ilgili resmi projenin uygulanmasından sorumlu Kont Yevdokümov, Kuban bölgesiyle pek ilgilenmiyordu. Çok pahalıya mal olan savaşı bitirebilmek için bütün dağlıların denizin karşı tarafına kovulması O’nun hedefiydi. Kuban ötesinde kalanların da tehlikeli olma ihtimaline karşın, sayılarının azaltılması ve yaşam şartlarından yoksun kılınmaları için her çareye başvurmaktı.”

KONT YERDOKÜMOV’un Savaş Bakanlığı’na 1863 Kasım ayında gönderdiği yazıda “Batı Kafkasların fethi ile ilgili plan açısından şimdi de kıyı şeridini temizlemeliyiz...” (Devlet Tarih Arşivinden)

Rus Tarihçi SULUJİYEN: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı...”

Rus Tarihçi ZAHARYAN: “Çerkesler bizi sevmezler. Biz onları, özgür çayırlarından çıkardık. Avullarını yıktık. Bir çok kabile tümüyle yok edildi...”



Rus Tarihçi Y.D. FELİSİN: “Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü."

KONT LEV TOLSTOY: “Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin,ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi...”

Muhaliflerden N.N. RAYEVSKİ:” Bizim Kafkasya’da yaptıklarımız, İspanyolların Amerika topraklarında yürüttükleri savaşların olumsuzluklarının aynısıydı. Dilerim ki, Yüce Tanrı Rus tarihinde kan izlerini bırakmasın...”

Çar II. ALEXANDRE’nin Kont Yerdokümov’a kutlama mesajında : “Üç yıl içerisinde Batı Kafkasya’ya boyun eğdirilerek uyuşmaz yerli halkları temizleyip çıkardınız. Uzun yıllar süren kanlı savaşın zararlarını kısa sürede bu verimli topraklardan çıkartabiliriz...”

JAN KAROL: “Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direnişini kırabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti...”

HAKHURAT Ş.Y.- LİÇKOV L.S. “Adegeya isimli kitaplarında: “Çarlık yönetimi, yüz binlerce Çerkesi Kafkasya’dan sürgün etti. Kanlı savaşla dağlı halkları vatanlarından kovarak yok ettiler...”

Rus Çarları tarafından çok önceleri planlanan ve adım adım gerçekleştirilen Çerkeslerin tarihi topraklarından sürülüşü olayı tarihin ender kaydettiği acılar ve ızdıraplarla doludur. Olayı yaşayan komutan, konsolos, gazeteci ve seyyahlara ilaveten konuyu araştıran tarihçilerin sürgün olayıyla ilgili görüşler de özetle şöyledir:

GRAND DÜK MİCHAEL: Savaşın sonlarında Kafkasya’ya geldiğinde, Çerkes beylerinin ziyaret edip, mağlup olduklarını, Rus yönetimini kabul ederek kendi topraklarında yaşamalarına izin verilmesini istediklerinde verdiği cevap: “Size bir ay süre veriyorum. Bir ay içerisinde ya Kuban ötesinde gösterilecek yere gidersiniz ya da Osmanlı topraklarına gidersiniz. Bir ay içerisinde sahile inmeyen köylüleri ve dağlıları savaş esiri sayıp ona göre işlem yapacağız.”

Y. ABRAMOV - Kafkas Dağlıları kitabında: “O zamanlar dağlıların başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez. Binlercesi yollarda, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler. Kıyılar ölü ve ölmek üzere olan insan doluydu. Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular, donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar ve sırf ısınmak için sıkışarak yattıkları yerde birlikte donarak ölen gruplar, Karadeniz sahilinde olağan manzaralardı...”

Rus İ. DZAROV : “ Osmanlı’ya göç etmek üzere yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır.”

Rus St.PETERSBURG GAZETESİ : “Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden kaçış başladı. Çerkesya artık yok. Dağlardaki artıkları da askerlerimiz yakında temizleyecek ve savaş kısa zamanda sona erecek...”

Fransız Gazeteci A. FONVİLL: “Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Biraz su ve ekmekle yola çıkmışlardı. 5-6 günü aşınca bunlar tükeniyor ve açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyorlar ve onlar da denize atılıyorlardı. 600 kişiyle çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ çıkabilmişti.”

Polonyalı Albay TEOFİL LAPİNSKİ: “Göçmenlerin sorunu felakete dönüşüyor. Açlık ve hastalık had safhada. Trabzon’ gelen 100.000 kişi 70.000 kişiye indi. Samsun’a 70.000 kişi indi. Günlük ölü sayısı 500 kişidir. Trabzon’da bu sayı 400 kişidir. Gerede Kampı’nda 300 kişi, Akçakale ve Sarıdere’de günlük ölüm 120-150 kişi arasındadır. İtalyan Dr. BARAZZİ’nin raporlarında şu ibareler dikkat çekicidir (İnsanlar,uzun süre bitkiler,bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar.”

Rus Araştırmacı A.P.BERGE: “ Novorovski koyunda 17.000 kadar dağlının toplandığı kıyıda gördüklerimi unutamam. Onların bu durumunu görenler Hıristiyan da olsa, Müslüman da olsa, Ateist de olsa dayanamaz, çökerdi. Kışın soğuğunda, karda evsiz, yiyeceksiz ve doğru dürüst giyeceksiz bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Anasız kalmış çocuklar ölmüş annelerinin göğsünde süt arıyorlardı... Rus tarihinin yüz karası olan bu acılı sayfa Novorovski koyunda  tarihi açısından büyük zararlara yol açtı. Sürgün, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin tarihini ve politik bir birlik olma sürecini uzun yıllar kesintiye uğrattı.”

Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar GAZETELERİ: “Ruslar, Kafkasya’nın tamamını yerle bir ettiler. Köyleri ateşe verdiler. Savaştan sonra da yerli halkları vatanlarından sürüyorlar, onlar da terkediyorlar...”

İng.Elçi LORD NAPİYER: “Çerkeslerden boşaltılan yerlere derhal Slavlar veya başka Hıristiyanlar yerleştiriliyorlar.”

İng. Konsolos GİFFORD PALGRAVE: “17 Nisan 1867 günü tüm Abhazya’yı dolaştım. Rus olmamaktan başka bir suçu olmayan Abhaz halkının böylesine yok edildiğine ve ülkenin tahrip edildiğine tanık olmak çok acı verici...”

İng. Konsolos R.H.LANG: “Samsun’dan çıkan 2718 yolcu Kıbrıs’a geldiğinde 853 kişi ölmüş ve diğerleri de ölüden farksızdı. Günlük ölüm sayısı 30-50 arasındadır” İngiliz Parlamenter M. ANSTEY’in Parlamentoda ki konuşması : “İngiltere’yle ticari ilişkiye girmeye inandırılmış,İngiliz yandaşı yapılmış olan Çerkesya’ya ihanetle suçluyorum sayın Lord Palmerston’u. Hindistan’daki çıkarlarımızla beraber Bağımsız Kuzey Kafkasya’yı bilerek ve iterek Ruslara teslim ettiğiniz için aynı zamanda İngiltere’ye de ihanet ettiniz...”

Lord PALMERSTON 8 yıl sonra aynı parlamentoda konuşurken şunları der: ”Sayın Lordlarım, Çerkesleri kendi başlarına büyük felaketlerle baş başa bıraktığımız doğrudur. Oysa, biz onlardan yardım istedik ve onları büyük fedakarlık ölçüsünde de kullandık...”

Çerkes sürgünü olayını, nedenlerini, Osmanlı İmparatorluğu’nun politikalarını iskan şekillerini ve sayısını inceleyen araştırmacıların görüşleri de özetle şöyledir :

PINSON: “Karadeniz sahilinde Çerkeslerin ölüm oranı % 50’ye yakındır. Sırf Trabzon’da 53.000 kişi öldü. Savaş artığı “yüzen mezarlar” olan gemilerden kaç tanesinin battığı bilinmiyor. Kafkasya’dan Balkanlara sürülen aile sayısı 70.000 ailedir. Edirne: 6.000, Silistre-Vidin: 13.000, Niş-Sofya: 12.000, Dobruca-Kosova-Priştina-Svista: 42.000 ailedir. Yaklaşık 350.000 kişi. Ölüm oranı daha az ve % 15-20 dolaylarındadır...”

Prof. Kemal KARPAT: “Ruslar, Çerkesleri tamamen imha ederek dağların iç kesimlerine, Çerkes mevzilerine doğru adım adım ilerlediler. Teslim olanlara 3 seçenek sundular: a)Kuban vadisine gitmek, b) Çar ordusuna katılmak, c) Hıristiyan olmak. Kabul etmeyenler Osmanlı ile Ruslar arasındaki bir anlaşma uyarınca göç ettiler. 1862-1870 arasında gelenlerin sayısı 1.200.000-2.000.000 arasındadır.

Sahilde ölenlerin sayısı 500.000 den az değildir. Ayrıca Balkanlara giden Çerkes sayısı da 400.000 civarındadır. Halifelik yükümlülüğü, nüfus kazanma ve iyi asker sağlama gibi hesapların olduğu biliniyor...”

NEDİM İPEK: 1829’da başlayan savaş 1863’e kadar sürdü. 1864’te Çarlık hükümeti Batı Kafkasya’daki halkları bir ay zarfında Kafkasya’yı terke zorladı, Rumeli’ye 175.000 Çerkes, Anadolu’ya 600.000 kişi göçürüldü. 1867’den sonra gelenler de Tatarlar dahil 500.000 kişi kadardır.

Gelenler stratejik yerlere yerleştirildi. Çanakkale ve Marmara’da Müslüman erkek azalmıştı. Oraya yerleştirildi. İstanbul’da yakın yerlerde, Suriye ve Filistin’de reisleri şehir merkezine alınıp diğerleri dağınık yerleştirildi. Geleneksel şeflerin otoriteleri kırıldı. Zamanla yerli ahaliye karışıp gittiler.

ABDULLAH SAYDAM: Osmanlı’ya göçlerde çekici etkenlerden çok itici etmenler ön plandadır. Rusların ele geçirdikleri yerlerdeki Tehcir politikası, hiç değişmeden devam edip gitmiştir. Yapılan baskı ve zorlamalar beraberinde tepki olarak göçü getirmiştir. Dolayısıyla göçler Rusya’nın zulmünden kurtuluş olarak görülmüştür. Osmanlıda sırf insani açıdan kapılarını açmıştır. 1.000.000-1.200.000 Kırım ve Kafkaslı geldi.

SÜLEYMAN ERKAN: Rusya, Çerkeslere tümüyle sürgün gözüyle baktığından insanları bir ay içerisinde terke zorladı. Ve dramatik sahneler limanlarda ve deniz yolunda yaşandı. Mallarını yok fiyatına elden çıkartıp günlerce vapur beklediler. Fazla yolcu ve azgın dalgalarda perişan oldular. Binlercesi yolda öldüler. Açık denizdeki deniz kazaları bilinmiyor.

Rusya’nın sürgün politikası 1863’den sonra adeta SOYKIRIM’a döndü. 40-50.000 göçte mutabık iken sadece 1864 baharında 400.000 kişi geldi.

Ermeniler aynı ülke içerisinde bir yerden bir başka yere tehcir edildi. Ruslar ise Çerkesleri bir daha dönmemecesine başka ülkelere sürdü. Batılıların ilgisizliği çifte standarttır.

Her ulusun kendi toprağında kendi kültürünü yaşayarak yaşaması esastır. Bu konuda Çerkesler herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık aksiyon birliğini zorlaştırır. Şimdilik Çifte VATANDAŞLIK çıkar yol gibi görünüyor.

1856-1876 arası göç-sürgün rakamları farklıdır. 1.000000-1.200.000 arası gibi 1878-1914 arasında da 500.000 Çerkes geldi. Krasnodar-Lapinsk yöresine yerleştirilenlerden 1889 7a 24.000 kişinin sürülmesi PAN-SLAVİST politikaların etkisiyledir. Kuban’da 106.795 iken sayı 61.231’e düşmüştür.

FAHİR ARMAOĞLU: II. Aleksandre sadece Kafkasya’daki özgürlük hareketini söndürmekle kalmadı. Çerkesleri kendi topraklarından sürmesinin nedeni onların yenilmesi olduğu kadar Rus olmayanları planlı bir şekilde Ruslaştırmadır. Nikolay İLMİNSKİ’nin fikir babası olduğu PAN-SLAVİZM’in devreye konduğu tarihlerle Çerkeslerin sürülüşü aynı tarihtir. Bu politika üç aşamalıdır.

Rusya’ya karşı savaşan ve destekleyenleri savaş suçlusu sayıp sürmek,

Kovulanların topraklarını Ruslara ve Rus Kazaklarına vermek,

Rus olmayanları da Ruslaştırma politikası izlemek. (20.yy. Siyasi Tarihi-Süleyman)

OSMANLI GÖÇ POLİTİKASI: Halife Abdülhamit annesi de Çerkes olduğu için tüm gelen Çerkesleri kabul etti. Oysa anlaşma 40-50.000 içindi.

Stratejik yerlerde denge sağlama (Marmara ve İstanbul’da azalan Türk nüfusu için yerleştirmeler)

Savaşlarda Müslüman erkekler yer alıyordu. Bu nedenle Müslüman erkek azalmıştı. Denge sağladı. Nüfusunu tamamladı.

Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON- olarak kullanıldı.

Güçlü asker ve özellikle gerilla eksiğini gidermede çok sayıda kullandı.

Tarım alanlarını ıslah edip ekonomisini düzeltme kullandı. Zira Çerkesler hayvancılık ve tarıma yatkındı.

Politik bir örgütlenmeye meydan bırakmamak için Çerkesleri bilinçli olarak dağıtarak yerleştirdi. Geleneksel olarak şeflerine bağlı ve silahlı oldukları bilindiğinden şefleri kent merkezlerine alınırken diğerleri gruplara bölünerek yerleştirildi. Başkalarına Orduda rütbe verdi. Potansiyel tehlike olmalarını baştan önledi. Böylelikle asimile edilmeleri biraz daha kolaylaştı.

Sürgün Haritaları 



 

Mavi oklar- Kuzey Kafkasya'dan göç eden Çerkes ve Abazaların göç yolları ve yerleştirildiği bölgeler.
Kırmızı oklar-Balkanlar'a yerleştirilen Çerkes ve Abazaların Ortadoğu ve Anadolu'ya göçü.



Bu resmin boyutları değiştirildi. Bu çubuğa tıklayarak tam boyutuyla görebilirsiniz.



Kaynak: Nart Dergisi Mayıs - Haziran 2001



 Şüphesiz ki 19. yüzyılın en ağır soykırımı; 1800’lü yıllarda Çarlık Rusya’sının Çerkes ulusuna karşı uyguladığı soykırımdır. Yahudilerin yakılarak öldürülmesinin yada Ermeni soykırımının çoğu insan tarafından bilinmesine rağmen Çerkes soykırımı özellikle yakın tarihte bütünüyle unutulmuştur. Asağıda geçen yazısında Antero Leitzinger “Bu olayı, sadece ayırmak olarak değil, özellikle 1856 ve 1956 yılları arasında büyük meblağlara ulaşan, Sovyet Rusya’nın yıkılışına ve hatta günümüze kadar devam eden müslüman ve hrıstiyan insanlardan oluşmuş bir topluma uygulanmış planlı bir soykırım olarak ele almalıyız” diyor. Bu makale “Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON” gazetesinde ingilizce olarak yayınlanmıştır". 




Çerkes Soykırımı

Antero Leitzinger


Münih (Munchen) Üniversitesi'nde profesör olan Karl Friedrich Neumann 1839 yılında “Rusya ve Çerkesya” (Russland und die Tscherkessen Sayı 19, 1840) isimli kitabını yazmıştır. Bu kitabında Rusya’nın 1828 yılında İran’lı Hıristiyanları nasıl Ermenistan’a yerleştirdiğini anlatan yazar, aslında sözü edilen bu önemli konuyu 1834 yılında zaten kaleme almıştı. (sayfa 68-69)

Neumann, tüm Kafkasya’nın yakın süre içerisinde Rusya’nın egemenliği altına alınmasını sağlayacak bu derin politikanın farkına varmıştı. Ama Avrupalı güçler, Avrupalılardan çok Türk, Fars ve Hindularin kaderini belirleyecek bu adıma müdahale etmekten kaçındılar. (sayfa 129-130)

Neumann ırkçı değildi, ama kesinlikle sömürgeciliği savunan, güneydeki ülkelerle bağlantılı bir Rus yandaşıydı.

Charles Darwin yahut Herbert Spencer daha görüşlerini bile sunmadan yıllar önce Darwin görüşü yaklaşımları mevcuttu. Bu, anti Ermeni duyarlılığından öte, tipik bir 19.yüzyıl Alman düşüncesi gibi gözüküyordu. Neumann bunu önsözündeki ilk cümlelerle kanıtlıyor: “Avrupa toplumu, Dünya’nın hükümdarı olarak seçilmiştir” "Neumann, Çerkeslerin cesaretine saygı göstermesine rağmen, onların Rusya tarafindan yıkımını önceden sezmişti. Çünkü modern Dünya’da kahraman,cömert ve “uygar olmayan” insanlar için yer yoktu. Neumann toplam Çerkeslerin sayısını Kabardey ve Abhazları da dahil etmek üzere 1,5 milyon insan yada 300 bin aile olarak tahmin etti. (sayfa 67) Ruslar tarafindan ileri sürülen 300 bin Çerkes görüşüde, Çerkesler tarafindan ileri sürülen 4 milyon Çerkes görüşüde abartı ihtiva etmektedir.

Neumann Çerkesleri 10 kabileye ayırmıştır: Natukhaç, Şapsığ, Abadzeh, Bjeduğ, Ubıh, Hatıkuey, Kemırguey , Abzekh, Besleney, Kabardey. Bu 10 kabile eski İsviçre’de oldugu gibi birbirlerinden ayrı yaşıyor, şehirlerin meselelerinin çözülmesinde ortak demokratik çoğunluğun oylarıyla karara varıyorlardı. Prensleri yalnızca askeri komutan gibi görülüyor ve hiçbir özel ayrıcalıkları bulunmuyordu. Kadınlar herhangi bir doğu ülkesindeki kadınlara göre çok daha özgürdüler. Herhangi bir yazılmış anayasaları yoktu ve ölüm cezaları söz konusu değildi.

Çerkeslerin birçoğu müslümandı ama içlerinde hristiyan, putperest insanlarda mevcuttu ve hepsi birbirinin görüşüne saygılıydı. Rusların savaş mahkumları köle olarak kullanılıyordu. Ama eğer bu mahkumlar Polonya ırkından geliyorsa durum çok farklı oluyor, mahkumlar misafir gibi ağırlanıyordu. Bu yüzden Polonyalılar Ruslar için asker topluyor ve böylece birçok fırsata ulaşmış oluyorlardı. (sayfa 123) O sıralarda kendini Polonyalı ilan eden utanma duygusuna sahip olmayan birçok Rus vardı. Çerkesler kendi aile üyelerini köle olarak Türkiye ve İran’a göndermeye ve bazı Çerkeslerde kendi istekleriyle gitmeye başladılar. Birçoğu zengin ve özgür şekilde geri dönüyordu. (sayfa 124) Bu olay 1960'lardaki Türkiye’den göç eden Gasbeiter göçmenlerinin durumuna benzetilebilir. O yıllarda Romanya’da ve Rusya’da da kölelik olgusunun mevcut olduğunu iyice hatırlayabiliyoruz.

Çerkesler, “ Özgürlük Bildirisi” adı altında Avrupa mahkemelerine yapılan temyiz başvurularıyla Rusya’ya karşı 40 yıldır savaşıyor : “ Ama şu an, Avrupa’da yayınlanan tüm haritalarda topraklarımızın Rus imparatorluğunun bir parçası olarak gösterilmesine en derin utancımızla şahit oluyoruz... yani sonunda Rusya, Çerkeslerin onların kölesi oldugunu tüm Batıya bildiriyor.. İğrenç haydutlar..” (sayfa 140,141)

Savaş, Soçi’de uluslararası bir Çerkes hükümetinin kurulmasına kadar 20 yıl boyunca sürdü. 1862 yılında Neumann’ın önceden söylediği gibi Rusya son saldırısına başladı. Birçok Çerkes yurdundan kovuldu ve evleri imha edildi.

Kemal H. Karpat’ın “ 1830-1914 yılları arası Osmanlı nüfusu” kitabında yazdığına göre Osmanlı İmparatorluğu, 1862 yılından başlayarak 20.yüzyılın ilk yıllarına kadar Ruslar tarafından anayurtlarından zorla sürgün edilen 3 milyondan daha fazla Kafkasyalı insanın ( Tüm Çerkesler ) hedefi olmuştur. (sayfa 27)

Selahadin Bey ise, 1867 yılında Kafkasya ve Kırım'dan toplam 1.008.000 mülteciden ilk başta 595.000 inin, daha sonra 500.000 inin 1879 da ve diğer 500.000 mültecinin de 1914'e kadar balkanlara (sayfa 27) yerleştirildiğinden bahsediyor. (sayfa 29) İçlerinde Tatar, Kırımlı, Çeçen ve başka müslüman insanlar olmasına rağmen bu insanların büyük çoğunluğu şüphesiz Çerkesdi. Birçok Çerkes sürgün yolunda can verdi.

Neumann’ın tahminine göre 1,5 milyon Çerkes, Rusların 1/30 ine , Çeklerin 1/3 ine veya Slovakların 3/4 üne tekabül ediyor. (sayfa 66) Neumann’a göre Dünya’da 2 milyondan fazla Ermeni vardı. (sayfa 69) 1989’daki Sovyetler Birliği nüfus sayımına göre Rusların sayısı 145 milyona yükseldi. Yani bu rakamın 1/30 5 milyon insana karşılık geliyor. 10 milyon Çek ve 5 milyon Slovak’ın bulunduğunu göz önüne alırsak “3 milyondan daha fazla Çerkes olması gerekir” kanısına varıyoruz. Geçmişte yaşanmış çetin savaşlara rağmen yalnızca Ermenistan’da 3 milyon kadar Ermeni var. 2 milyon Ermeni’de diger ülkelerde yasiyor. 150 yil içerisinde Çek, Slovak ve Ermeni nüfusunun iki katına çıktığını hatta Rus nüfusunun üç kat arttığını görüyoruz ; peki ya milyonlarca kaybolan Çerkesler nerede?

Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON( Cambridge 1911) 11. basımında, Ermeni nüfusunu her bir imparatorluğa bir milyon Ermeni insana karşılık gelecek şekilde Rusya ve Türkiye’ye eşit olarak bölüyor ve Rusya’daki Çerkes nüfusunu 216.950 (bu rakama Abhazlar,vb de dahildir.) olarak hesaplıyor. Sonuca bağlayacak olursak; 1,5 milyon Çerkesin katliamı ve sınır dışı edilmesi söz konusudur.

Bu felaket, 1915 yılında Ermenilerin maruz kaldığı yıkımdan kesinlikle daha korkunç. Peki, bu kasten yapılan bir eylem miydi? Evet. İdeolojik bir düşüncenin ürünü müydü? Evet. 19. yüzyıldaki Orta Doğu’nun söz konusu fethi, Hıristiyan koloniliği ve Müslümanların Avrupa’dan atılması sadece Almanlar tarafından değil birçok Avrupalı tarafından da yerine getirilmesi gereken tarihi bir zorunluluk olarak görülüyordu. Rusya Kırım ve Kafkasya’daki katliamları ve sınırdışı etmeleriyle özellikle 1862-1864 yılları arasında “Etnik temizliği” sağlıyordu. Bu müddet boyunca, Mikhail Katkov gibi slav milliyetçileri Rus Halkını, imparatorluk hırsları (“üçüncü Roma”) ve stratejik çıkarları (“sıcak denizlere ulaşma isteği”) gibi ulusçul mazeretlerle hazırladılar. Kafkasya ve Balkanlar arasında acımasız ölüm çemberi oluşturuldu. Balkanlara yerleştirilen Çerkes mülteciler, Ermeni devrimcileri tarafından da kışkırtılan “Bulgar zulmüne” maruz kaldılar.

Balkan savaşlarından sonra Müslüman mülteciler Anadolu’ya sığınmaya çalışıyor ama böylece bölgeden terör, savaş eksik olmuyordu. Bunlar, Rusya tarafından istismar edilen parayla tutulmuş birçok masum Ermenilerdi. 1915 yılındaki katliam, aynen 1850 yıllarında Kırım Savaşında olduğu gibi, Türkiye adına aracılıkları engellemeye çalışan, özellikle Müslüman olmayan insanların önyargısını kanıtlayıcı korkunç haberler bekleyen Avrupalılar için kocaman bir buzdağının en iyi görünen tarafıydı.

Bu bir soykırım mıydı? Bu tanımlamamıza göre değişir tabiki. Bu olayı; ayırmaktan öte, özellikle 1856 ve 1956 yılları arasında büyük meblağlara ulaşan, Sovyet Rusya’nın yıkılışına ve hatta günümüze kadar devam eden Müslüman ve Hıristiyan insanlardan oluşmuş bir topluma uygulanmış planlı bir soykırım olarak ele almalıyız.

Antero Leitzinger



Posted via Blogaway